Saturday, June 9, 2012

Ben Buenos Aires!


Latin Amerika’da Bir Gezgin: Latin Amerika Güncesi (11)

Ben Buenos Aires!

Dr. Ulaş Başar Gezgin, 8 Haziran 2012, Buenos Aires

Ben Buenos Aires! Bugün hem sevinçten havaya uçan hem de utançtan yerin dibine giren bir kentim. Neler görmüştün sen, bugün; anımsayalım:


Eylemdeki Buenos Aires

Öğlen yemeği yerken, lokantadaki diğer insanların televizyona kilitlenircesine bakması, dikkatini çekmişti. Önce, “maçtır” ya da “uyduruk bir video kliptir” diyerek aldırmamıştın. Sonra, kafanı çevirince, meydanlarımı görmüştün ekranda. Alanlara doluyordu insanlarım; işçisi, garsonu, doktoru, hemşiresi, işsizi, sosyalisti, solcusu... Meydanlarımdan benim, birleşip, 9 Temmuz Caddesi’ne ulaşıyorlardı. O cadde ki, Arjantin’in bağımsız olduğu günden alır adını. Zaten, lokantadan, onları görmesen de; inletiyordu sokakları, tamtamları. Garsonun, merakla, dışarıya doğru bakışı da; çocuklarımın çok yakında olduğunu kanıtlıyordu.

Çıktın, bir baktın ki toplanıyorlar yavaş yavaş. Kimler var? Kimler var? Che pankartı taşıyan mahalle örgütleri... Sendikalar... Emekçi partileri... Mao bayrağı taşıyan bir genç... Arjantin tarihinde unutulmaz bir yeri olan 29 Mayıs 1969 Cordoba ayaklanmasını anan bir pankartla yürüyen üniversite öğrencileri... O gün, askeri diktatörlüğe direnişin tarihiydi. Çocuk, Ergen ve Aile Derneği... Sağlık çalışanları... Onların arasında, kendini, İstanbul’da gibi hissetmedin mi? Doğru söyle! Biz, kentler, işte böyle, çok benzeriz birbirimize.


Torpiller ve Davullar Arasında

Kortej, yavaş yavaş oluşuyordu Mayıs Caddesi’nde. Pankartların sopalarının bambu olması dikkatini çekti. Yerli işiydi demek. Yerliler de vardı zaten alanda; Arjantin’de azınlık olsalar da. Kimilerinin sopaları ise, süpermarketlerden alınan kırmızı demir süpürge sopaları türündendi; bu, az da olsa güldürdü seni. Bir o yana bir bu yana gittin. Bol bol resim çektin. “Açlık, suçtur” pankartı taşıyan çocuğu gördün. Varoşlardan gelen yoksulları gördün alanda. Kola satıcılarını gördün, sandviç satıcılarını. Öyle zayıflardı ki, “sattıklarını hiç yememiş olmalılar” diye geçirdin içinden.

Başarılı bulmadın alan düzenlemesini... Kamyonun arkasında, kitleye, devrim türküleri söyleyen bacının yanında, müzik çalan yoktu; neden? Bir tane müzisyen yok muydu Arjantin’de, eyleme destek veren... Ses bombası kadar çok gürültü yapan torpilleri patlatıp durdu saatlerce o gençler; neden? Derin devletin adamları mıydı onlar? Kim ister barut kokusunu meydanda? Emekçiler ister mi... Gelenek olduğunu öğrendin bunun, buradaki eylemlerde... “Bizi iç savaşa mı hazırlıyorlar bu kulak zarı delebilecek gürültülerle” dedin içinden, “insanın alana çıkmayası geliyor”. Sonra, o kitleyi umursamayıp önden giden liman işçileri sendikasının ne derdi vardı? Meydanda yer kapmak mıydı amaç? Hani “ya hep beraber ya da hiç birimiz”di? Niye bu kadar çok davul vardı ve birlikte çalmayı bilmiyorlardı? Bir yandan aşırı barutlu torpiller; bir yandan ritimsiz, hesapsız davullar... Hangi sıradan vatandaş, bu kakafoniye katılmak isteyecek?! Maçlarda bile tezahürat olur. Nerede davulla uyumlu tezahürat, ritme uyan slogan?


Tango Başkenti İstanbul

Seni tangocu dayıyla tanıştırdım sonra. Sen, rastgele olduğunu sandın bu tanışmanın. Oysa, hiçbirşey rastgele değil ki hayatta... 70 yaşlarında olan Ramirez Dayı, tango dansçısı ve mücevher tasarımcısı olduğunu söyledi sana. İstanbul’dan olduğunu öğrendiğinde ne dedi?

- İstanbul’a henüz gidemedim. Çok merak ediyorum. İstanbul’da, düğünlerde tango çalındığını duydum: La Cumparsita (http://www.youtube.com/watch?v=eHNz3vEnhUM ve http://en.wikipedia.org/wiki/La_cumparsita ). Avrupa’nın çeşitli kentlerinde bulundum. Avrupa’da en iyi tangonun İstanbul’da olduğunu söylüyor arkadaşlarım. Ayrıca, “İstanbul’un kızları çok güzel” diyorlar.
- İstanbul’da da Arjantin’in kızları için “çok güzel” diyorlar.
- İyi o zaman, değişelim.:) Burada bir arkadaşım var Türkiye’den; ama o, Kürt. Burada, Türkler, az sayıda; ama Arjantin’de, Türkiye ve çevresinden gelen herkese ‘Turco’ diyoruz alışkanlıkla. Ermeniler, Araplar, Rumlar, hepsi, ‘Turco’.
- Çok Ermeni yaşıyor herhalde burada. Neredeler, ne yapıyorlar?
- Buranın Ermenileri, çok zengin. ‘Zengin muhiti’ olan Palermo’da yaşıyorlar. Orada, ‘Ermeni Caddesi’ diye bir cadde de var. Kuyumcular sokağı olarak geçen Libertad Sokağı’ndaki kuyumcuların yarısı, Ermeni; yarısı, Yahudi’dir. Yani temel zenginlik kaynakları, değerli taşlar. Türkiye ve çevresinden gelen Ermeniler, Arjantin’de saygıyla anılır. Ancak, Ermenistan’dan gelen Ermeniler, değişik insanlar. Sert tavırları var; kibar değiller.
- Bu meydanda kimler var?
- En güçlü partiler, Troçkistler. Şuradaki pankartlar, Troçkistler’in. Ama onlar da, genel olarak Arjantin solu da çok bölündü. O nedenle güçsüzler. Arjantin Komünist Partisi’nden, 1960’larda, Çin-Sovyet farkı nedeniyle ayrılan Maoistler var. Onların partisi, Arjantin Devrimci Komünist Partisi. ‘Bugün’ (Hoy) diye bir gazete çıkartıyorlar. Onlar da birkaç kez bölündü. Arjantin Komünist Partisi ise, alanda yok; parti, devletle birlikte çalışıyor artık. Devlet, kendisi olduğuna göre; kendi kendini protesto edecek hali yok.


Buenos Aires’ten Öğüt

İşte Mayıs Meydanı’ndasınız. Platform kurulmuş. Öfkeli konuşmalar başlıyor işte yine. “Bunun hesabını soracağız”, “İşçiye kimsenin gücü yetmez” gibi slogansı sözler patlıyor hoparlörlerde. Ama şimdi say, kaç kişiler? 10 bin ya var ya yoklar. Nasıl hesap soracaklar, ne kadar güçleri var... Biliyor musun, 1976-1983 arasında, Arjantin’de askeri diktatörlük, 30 bin yurtseveri gözaltında kaybetti/katletti. Çoğunu, işkence ettikten sonra, uçaktan okyanusa attı ya da gömdü. Onlar yaşıyor olsaydı, burada 40 bin, 100 bin, belki 400 bin kişi olacaktı... “Olacaktı”, “olmayacaktı”; ama gerçek şu ki, 10 bin kişi var burada. Duydum ki, İstanbul’da, yalnızca sendikalar alanlara çıksa, sayı, daha fazla olurmuş. “Latin Amerika, dünya solu için yeni umut” diyen iyimserler, Buenos Aires’ten öğüt size: “Latin Amerika, eski Latin Amerika değil. Bir umut arıyorsanız, kendi ülkenizden başlayın!”


Buenos Aires’te Frigya

Meydanda ve caddede hiç polis olmaması dikkatini çekiyor senin. İstanbul’da durum farklıymış; öyle duydum. Bak, meydandaki pembe yapı, biliyorsun, devlet başkanının çalışma ofisi olan Pembe Köşk. Göstericilerin konuşmaları, köşkten rahatlıkla duyuluyor. Zaten, köşkün 100 metre önünde yapıyorlar gösteriyi; ama ortada yine polis yok. Köşkün yanında bekleyen polisler de az sayıda. “Ne demokratik ülke” diyesin geliyor birden; ama sonra, 30 bin kaybı anımsıyorsun. “30 bin kişiyi kaybettikten/katlettikten sonra, böyle demokrasi neye yarar” diye geçiyor içinden. Haklısın.

İşte 10 bin. 3 milyon çocuğum var oysa benim; varoşları da katarsan, 13 milyon. Ben, Buenos Aires. Bugün hem sevinçten havaya uçan hem de utançtan yerin dibine giren bir kentim.

Meydana daha keskin gözlerle bak şimdi. Piramidin üstündeki heykelin yüzü, Fransız Devrimi’nden bir yüz; ve beresi, ‘Frig beresi’ diye geçer; çünkü bu bere, Friglerin tasarımı. Yani Meydan’ın orta yerinde, Batı Anadolu’dan bir öğe var. Sevin buna; oralardan gelen biri olarak. Ama üzül başka birçok şeye, birçok şeye: Hiç aklın alıyor mu, bu meydanda, bombaladılar uçaklarla, Juan Peron’u destekleyenleri. 16 Haziran 1955’te, çocuklarım, demokrasiye, 364 şehit verdi.


Kayıp Annelerinin Kayıp Kentiyim Şimdi

Kayıp anneleri ağlattı, beni, sonra. 1977’de göründü ilk kez, Azucena Anne ve arkadaşları. Pembe Köşk’ün önünde, oğlunu ve gelinini sordu devlete. Onu, bir süre sonra, bir toplama kampına koydular; öğrensin diye, “devlet baba, sever de döver de” ya da “devlet baba, yaşatır da öldürür de”... Onu da, kurucu annelerden diğer ikisini de kaybettiler kamplarda; gömdü, devlet, onları gizlice.

Yıllar yıllar sonra, 9 bin olarak açıkladı devlet, kayıpları. Annelerse, 30 bin rakamına ulaştı; ve eklediler, hapishanelerde doğan 500 bebeği de buna. O bebekler ki, asker ailelerine verildiler ve çoğunun nerede olduğu belli değil şimdi. Geçen yıllarda ortaya çıktı ki, iki Fransız hemşireyi bile öldürüp gömmüş, yüce Arjantin devleti.

1986’da ikiye bölündü Mayıs Anneleri, çocuklarının akıbetini soranlar ve çocuklarının inandıkları siyasal düzeni kurmak için çabalayanlar olarak. Bu ikincilerin, ‘Mayıs Anneleri Derneği’ adıyla, Kongre Meydanı’nda ofisleri var. Hani bugün gidip görmüştün. Altında, ‘Devrimci’ adlı bir kafe-bar vardı, Che armalı... Bir üniversiteleri de var; Mayıs Anneleri Halk Üniversitesi adıyla. Dernek anneleri, bir Küba devrimi özlemi içindeler Arjantin’de. Öte yandan, destekliyorlar Arjantin’in devlet başkanını, orduyu yargı önüne getirme çabaları nedeniyle. Devletin girişimleri sayesinde, kimi işkenceciler, müebbet hapis yatıyor. Darısı, kimlerin başına?

Bir Mayıs Annesi kadar acılıyım şimdi Buenos Aires olarak, meydanda bu kadar az insan gördüğümden... İstanbul’dan gelen güzel haberlerle seviniyoruz burada... Tangonun Avrupa başkentinden, güzel kızlar kentinden gelen o güzel haberlerle; ben de yeniden doğacağım, yeni bir kent olarak. İstanbul’un kardeş kenti olarak...  




  
Dr. Ulaş Başar Gezgin
Latin Amerika’da Bir Gezgin: http://latinamerikadabirgezgin.blogspot.com/
Facebook/Yüzdefteri: http://www.facebook.com/gezginulas  
Facebook/Yüzdefteri Yazar Sayfası: http://www.facebook.com/Ulas.Basar.Gezgin
Ulas Basar Gezgin Okurları:  http://www.facebook.com/groups/214939625258670/ 
E-mail: ulasbasar@gmail.com  
2011 Sonrasındaki Şiirler: http://gezginulas.blogspot.com 
Kendi Sesinden Şiir Kaydı: http://soundcloud.com/ulas-basar-gezgin
Gezgin Kaynakça (Tüm Yapıtları): 

No comments:

Post a Comment