Tuesday, June 19, 2012

Arjantin’den Şili’ye Geçerken


Latin Amerika’da Bir Gezgin: Latin Amerika Güncesi (20)

Arjantin’den Şili’ye Geçerken

Dr. Ulaş Başar Gezgin, 18 Haziran 2012, İquique, Şili

Son gün ve otobüse bindiğim sabah, soğuk. Neyse ki, montu dışarı çıkarmışım. Otobüs de soğuk. Benden sonra gelecek olanlar! Buraların sıcağına aldanmayın. Gece-gündüz farkı çok fazla. Her zaman, yanınızda olsun montunuz.

Uruguay’daki gelenek, burada da varmış: Bavulu bagajdan indiren gence 2 Peso (yaklaşık yarım dolar) veriliyor. Buenos Aires’te ve Mendoza’da yoktu bu. Hiç yoktan para kazanıyorlar. Bavulu taşıma diye bir olay yok; yalnızca indirme. Giderken de gelirken de alınıyor.


Şili’nin Dingilleri

Otobüste sabah kahvaltısı için birkaç parça bisküvi ve çay veriyorlar. Pullman, Şili şirketi. Otobüs, çok sallantılı. Şimdi, Güney Amerika gezgini ve Birgün yazarı fotoğrafçı Barış Karadeniz’in neden şöyle yazdığını çok iyi anlıyorum:

“Bir gün yolu bu tarafa düşecek ve otobüse binmek zorunda olanlara, yolculuk öncesi sakinleştirici bir şey içmeleri tavsiye olunur. Şilili çılgın şoförlerin kullandığı dingili bozuk otobüslerle yolculuk başta eğlenceli gibi gelse de sonraları işkenceye dönüşebiliyor.
 Otobüslerin dingil ayarlarının bozuk olmasının nedeni, orijinallinden daha geniş hale dönüştürülen bagaj bölümleri (bu tespitin fikir hakları Şili’de uzun yıllardan beri yaşayan Trabzonlu bir vatandaşımıza aittir), ve sanırım sonradan eklenen, çoğunlukla çalışmayan kapalı tuvaletlerden dolayı, araçların geçirdiği tadilat sonucu aracın dengesinde oluşan bozukluklar. Sorunu anlamanız için düz çöl yollarının bitip Pasifik kıyısındaki sarp ve virajlı yolların başlaması gerekiyor.” 

Brezilya, Arjantin ve Şili otobüslerini deneyimlemek, insana, “Türkiye’de, otobüsçülük, gelişmiş bir durumda” dedirtiyor. Üstelik, bu üçünün Güney Amerika’daki en iyi otobüslere sahip oldukları söylenir durur.


Tuzların Arasında

Tuvalete çok fena kusulmuş; kimse kullanamıyor. Neyse ki, otobüs, Jujuy’da duruyor; gelenler, terminaldeki tuvaletlere akın ediyor. Kaktüslü çorak dağlardan geçiyoruz. Kuş uçmaz kervan geçmez yerler buralar. Tek tük kulübeler dışında yaşam belirtisi yok. Kuş yok, kara hayvanı da görünmüyor. Sanki başka bir gezegene inmiş gibiyiz. Yılan gibi kıvrılan dağ yolunda, yakınımızda başka hiç bir araç yok. Bir tek, uzakta bir görünüp bir kaybolan motosikletli var. Bu, bana, Sergio Leone’nin ‘Yabandan Gelen Adam’ (1971) adlı filmindeki muhteşem bombacı kişiliğini anımsattı (bkz. http://ulas.teori.org/index.php?option=com_content&task=view&id=740&Itemid=29 ). Otobüs bozulursa yandık. Çevrede hiç bir yerleşim yok. Güneşten koruyacak bir ağaç gölgesi bile yok. Arada bir göze görünen toz fırtınası da cabası. Ağaç olmayınca, sıcaklık da hızla düşüp artabiliyor.

Tuzlaya çıkıyor yolumuz sonra. Her yer, beyaz; bembeyaz. Yol, düzleşiyor. Sarı otlar bitmeye başlıyor tuzlada. Bir-iki saat içinde, yerin birbirinden farklı yüzleriyle karşılaşıyoruz; şaşırıyoruz. Bundan sonra ise, çalılıklar başlıyor. Birkaç kulübe beliriyor sonra yol üstünde. İnsanlar buralarda nasıl yaşayabiliyor, hayret.


Uzay Filmlerinin Çekildiği Yer

12:30 gibi bir film koydular, ama ne ses var ne altyazı. Koltuk tavanlarında kulaklık sokmaya yer var; ama onlar da çalışmıyor. Yolcuların arasında ‘müşteri memnuniyeti’ düşük elbette. Uzaktan yine tuzla görünmeye başlıyor; ve ileride, dorukları karlı dağlar.. Yarım saat sonra, videonun sesi gelmeye başlıyor ve altyazı da var. Ama ekran uzak. Ne altyazı okunabiliyor ne de ses geliyor. (Sonradan baktım; bu, 2012 yapımı ‘Wrath of the Titans’ imiş.) 13:15’te öğlen yemeği veriyorlar otobüste: 125 ml.’lik karışık tropikal meyvesuyu, jambonlu ve kaşarlı bir sandviç, bir parça kurabiye, bir de şeker (bayram şekeri türünden). Gösterdikleri ikinci film, Hulk.

Tuvaletin penceresi açık. Oradan dışarı bakıyorum. Tuzla olduğunu düşündüğüm yerler, don mu acaba? Çünkü dışarısı buz gibi. Havanın açık ve güneşli olması, beni yanıltmış olabilir. Daha sonra Şilili kitapçı amcaya sordum bunu; don değil tuzmuş. Bu çöle (Atacama), Afrika çöllerinden bile daha az yağış oluyormuş. Dediğine göre, astronotlar, Ay’a çıkmadan önce, bu çölde hazırlanırlarmış; çünkü neredeyse sıfır bitki örtülü olan Atacama, Dünya’da Ay’a en çok benzeyen coğrafya imiş. Sonra Atacama’yle ilgili kısa okumalar yaptım: Dünyanın en kuru bölgesiymiş. Birçok uzay filmi, burada çekiliyormuş. Dünyanın en zengin nitrat bölgesi, Atacama. Burada bakır var ayrıca. Sürekli açık olan hava nedeniyle, Avrupa, buraya iki gözlemevi kurmuş. Bir de teleskop var.


Askersiz Sınırlar

Kendimden geçer gibi oluyorum. Çöl havası çarpmaya başladı herhalde. Toparlanır gibi olup yine kendimden geçiyorum. Bir Panadol bir de Pastil alıyorum. O sırada sınıra geliyoruz. Sınıra vardığımızda, saat 14:15. Arjantin’den çıkış yapıyoruz hiç sıra beklemeden. Otobüsten çıkmak gerekiyor bunun için. Dışarısı, günlük güneşlik; ama buz gibi. Ve rüzgar öyle güçlü ki, bayrak direklerini ve yol lambalarını sallayıp duruyor. Küçük bir memeli hayvanın iki eliyle bir ağaca tutunuşu gibi görünüyor Arjantin bayrağının göndere tutunuşu, iki noktadan. Çıkış yaptırdıktan sonra bakıyorum, bir noktası kopmuş. Kalan tek nokta da koptu kopacak. Yanyana olan iki gönderin bir bayrağı uçup gitmiş zaten. Sınırda asker falan yok. İn cin top oynuyor.

Otobüsteki görevli, “inin, çıkış yapmanız gerekiyor” demedi. Sorumsuzluk örneği. Biri, çıkışı almadan devam etse; dönmek zorunda kalır, bu kuş uçmaz kervan geçmez çölde. Brezilya-Arjantin sınırını geçerken yardımcı olan otobüs görevlileri daha iyiydi. Bakıyorum ki, birkaç kişi iniyor; ben de onlarla iniyorum. Ancak öyle anlıyorum bunun Arjantin çıkışı olduğunu. Kulübede, bilgi veren bir tabela bulunmuyor. Yani, “burası, Arjantin çıkışı. Hoşçakalın, yine bekleriz” falan yazmıyor.


Japonya’ya Selam!

Sınırda beklerken, arkadaki Japon kadınla, yarı İspanyolca yarı İngilizce sohbet ediyoruz. Kısa süreliğine, Arjantin’i ve Şili’yi geziyormuş. Çöl kenti San Pedro de Atacama’ya gidecekmiş. İquique’ye gitmek istiyormuş; ama zamanı yokmuş. Hokkaido’luymuş. “Biranız ünlü” dedim. Sapporo birasını Japonya’dayken az içmemiştim. Bir de, Endonezya’daki sosyoloji konferansında tanıştığım Hokkaido’lu bir arkadaşım vardı. Ondan söz ettim. Adı, Yoshia olan, ancak Türkiyelilerle sohbetinde, kendini, ‘Coşkun’ olarak tanıtan arkadaşım, Hokkaido’da hoca. Bir yıl, İstanbul’da, Renault’da, çalışanlara Japonca dersi vermiş. Türkçe biliyor. Bana şakayla karışık olarak, ‘Ulaş Bey’ diye hitap ederdi; ben de, ona ‘Coşkun Bey’ diye. Bana Japonca Yusaku (勇作)adını o koymuştu. Bir tür vaftiz babam yani. :) Şili ile Arjantin arasında, kimsenin olmayan topraklarda seni andım Coşkun Bey; çınladı mı kulakların?


Şili’ye Girerken

Şili otoboüs şoförleri, Barış Karadeniz’in yazdığı kadar çılgın. Birkaç kere, ucu ucuna kazadan döndüğümüz oldu. Koltuğumun emniyet kemeri ise çalışmıyor.

Şili girişine vardık 17:15’te. Şili bayrağı ile Coca Cola bayrağı karşıladı bizi. İndik burada. Önce pasaporta vize vurdurduk. Bu, hızlıydı. Otobüs görevlisi, bu arada tüm bavulları indirdi. Çantaları tarama süreci, uzun sürdü; çünkü görevliler ortada yoktu. Şili, Brezilya’da olduğu gibi, yolcuları yiyecek vb. getirme konusunda sıkı sıkı uyarıyor. Yanımda sandviç vardı, birşey demediler. İşlemler, 18:30’da bitti. Bu arada, Panadol, etkisini göstermeye başladı. Yavaş yavaş toparlanıyorum. İquique’de dinlensem iyi olacak.

Hoşbulduk Şili!

Günün şairi, yıllar önce 3 şiirini çevirdiğim Şilili Vicente Huidobro (1893-1948) olsun:


SU AYNASI

Aynam, geceler boyu akıp giderek,
Dere yolu yapıyor ve uzaklaşıyor odamdan o.


Aynam, arzdan daha da derin,
Boğulduğu yerde tüm kuğuların.


Yeşil bir gölet var surda,
Ve uyur arada, demir atmış çıplaklığın.


Üstünde, dalgalarının; altında, uyurgezer göğün,
Uzaklaşır düşlerim, gemiler gibi.


Göreceksiniz beni pupada, şarkı söylerken hep, tepeden tırnağa.
Bir gizil gül kabarır, göğsümde benim
Ve bir bülbül çırpınır, çakırkeyf, parmağımda.


Vicente Huidobro
İspanyolca’dan çeviren: Ulaş Başar Gezgin/16.11.2001




YILDIZ


Kitap
ve kapı
rüzgarın kapadığı.
Eğilen başım
gölgesi üstüne dumanın,
ve bu uzaklaşan beyaz sayfa.


Gürültüsünü dinle canlı akşamların,
saatini ufkun.
Altında alışılmış sisin
seğiren bir yıldız söylenir.
Titreyiverir bir gemi gibi, yatağım.


Ama sen,
sen yalnızca,
zemin yıldızım.


Batık hatırana bakıyorum.
Ve beriki saf kuş
içmededir suyunu o aynanın.



Vicente Huidobro
İspanyolca’dan çeviren: Ulaş Başar Gezgin/16.11.2001




ŞİİR SANATI


Ki bir anahtar gibi olsun şiir
Ki açsın bin kapıyı.
Düşüverir bir yaprak; geçer kimi uçarak;
Yaratılıversin evet, her ne ise gördüğü, gözün.


Yeni dünyalar yaratır ve dikkat eder sözüne;
Sıfat, vermezse hayat, öldürür.


Sinir devirlerindeyiz.
Sarkıyor kas,
Bir hatıralık gibi, müzelerde;
Üstelik bundan değil, daha az güçlü oluşumuz:
Gerçek kuvvet
Yatar kafada.


Bundandır şakır gül, ah şairler!
Bırakın da çiçeklensin şiirde o.


Yalnız bizim için, -yalnız bizim-
Yaşar herşey, güneş altında.


Bir tür küçük Tanrı’dır -değil mi ki- şair.


Vicente Huidobro
İspanyolca’dan çeviren: Ulaş Başar Gezgin/16.11.2001


  
Dr. Ulaş Başar Gezgin
Latin Amerika’da Bir Gezgin: http://latinamerikadabirgezgin.blogspot.com/
Facebook/Yüzdefteri: http://www.facebook.com/gezginulas  
Facebook/Yüzdefteri Yazar Sayfası: http://www.facebook.com/Ulas.Basar.Gezgin
Ulas Basar Gezgin Okurları:  http://www.facebook.com/groups/214939625258670/ 
E-mail: ulasbasar@gmail.com  
2011 Sonrasındaki Şiirler: http://gezginulas.blogspot.com 
Kendi Sesinden Şiir Kaydı: http://soundcloud.com/ulas-basar-gezgin
Gezgin Kaynakça (Tüm Yapıtları): 

No comments:

Post a Comment