Latin Amerika’da
Bir Gezgin: Latin Amerika Güncesi (20)
Arjantin’den Şili’ye Geçerken
Dr.
Ulaş Başar Gezgin, 18 Haziran 2012, İquique, Şili
Son gün ve otobüse bindiğim sabah, soğuk. Neyse ki, montu
dışarı çıkarmışım. Otobüs de soğuk. Benden sonra gelecek olanlar! Buraların
sıcağına aldanmayın. Gece-gündüz farkı çok fazla. Her zaman, yanınızda olsun
montunuz.
Uruguay’daki gelenek, burada da varmış: Bavulu bagajdan
indiren gence 2 Peso (yaklaşık yarım dolar) veriliyor. Buenos Aires’te ve
Mendoza’da yoktu bu. Hiç yoktan para kazanıyorlar. Bavulu taşıma diye bir olay
yok; yalnızca indirme. Giderken de gelirken de alınıyor.
Şili’nin Dingilleri
Otobüste sabah kahvaltısı için birkaç parça bisküvi ve
çay veriyorlar. Pullman, Şili şirketi. Otobüs, çok sallantılı. Şimdi, Güney
Amerika gezgini ve Birgün yazarı fotoğrafçı Barış Karadeniz’in neden şöyle
yazdığını çok iyi anlıyorum:
“Bir gün yolu bu tarafa düşecek
ve otobüse binmek zorunda olanlara, yolculuk öncesi sakinleştirici bir şey
içmeleri tavsiye olunur. Şilili çılgın şoförlerin kullandığı dingili bozuk
otobüslerle yolculuk başta eğlenceli gibi gelse de sonraları işkenceye
dönüşebiliyor.
Otobüslerin dingil ayarlarının bozuk olmasının
nedeni, orijinallinden daha geniş hale dönüştürülen bagaj bölümleri (bu
tespitin fikir hakları Şili’de uzun yıllardan beri yaşayan Trabzonlu bir
vatandaşımıza aittir), ve sanırım sonradan eklenen, çoğunlukla çalışmayan
kapalı tuvaletlerden dolayı, araçların geçirdiği tadilat sonucu aracın
dengesinde oluşan bozukluklar. Sorunu anlamanız için düz çöl yollarının bitip
Pasifik kıyısındaki sarp ve virajlı yolların başlaması gerekiyor.”
Brezilya, Arjantin ve Şili otobüslerini deneyimlemek,
insana, “Türkiye’de, otobüsçülük, gelişmiş bir durumda” dedirtiyor. Üstelik, bu
üçünün Güney Amerika’daki en iyi otobüslere sahip oldukları söylenir durur.
Tuzların Arasında
Tuvalete çok fena kusulmuş; kimse kullanamıyor. Neyse ki,
otobüs, Jujuy’da duruyor; gelenler, terminaldeki tuvaletlere akın ediyor. Kaktüslü
çorak dağlardan geçiyoruz. Kuş uçmaz kervan geçmez yerler buralar. Tek tük
kulübeler dışında yaşam belirtisi yok. Kuş yok, kara hayvanı da görünmüyor.
Sanki başka bir gezegene inmiş gibiyiz. Yılan gibi kıvrılan dağ yolunda,
yakınımızda başka hiç bir araç yok. Bir tek, uzakta bir görünüp bir kaybolan
motosikletli var. Bu, bana, Sergio Leone’nin ‘Yabandan Gelen Adam’ (1971) adlı
filmindeki muhteşem bombacı kişiliğini anımsattı (bkz. http://ulas.teori.org/index.php?option=com_content&task=view&id=740&Itemid=29 ). Otobüs bozulursa yandık. Çevrede hiç bir yerleşim
yok. Güneşten koruyacak bir ağaç gölgesi bile yok. Arada bir göze görünen toz
fırtınası da cabası. Ağaç olmayınca, sıcaklık da hızla düşüp artabiliyor.
Tuzlaya çıkıyor yolumuz sonra. Her yer, beyaz; bembeyaz. Yol,
düzleşiyor. Sarı otlar bitmeye başlıyor tuzlada. Bir-iki saat içinde, yerin
birbirinden farklı yüzleriyle karşılaşıyoruz; şaşırıyoruz. Bundan sonra ise,
çalılıklar başlıyor. Birkaç kulübe beliriyor sonra yol üstünde. İnsanlar
buralarda nasıl yaşayabiliyor, hayret.
Uzay Filmlerinin Çekildiği Yer
12:30 gibi bir film koydular, ama ne ses var ne altyazı. Koltuk
tavanlarında kulaklık sokmaya yer var; ama onlar da çalışmıyor. Yolcuların
arasında ‘müşteri memnuniyeti’ düşük elbette. Uzaktan yine tuzla görünmeye
başlıyor; ve ileride, dorukları karlı dağlar.. Yarım saat sonra, videonun sesi
gelmeye başlıyor ve altyazı da var. Ama ekran uzak. Ne altyazı okunabiliyor ne
de ses geliyor. (Sonradan baktım; bu, 2012 yapımı ‘Wrath of the Titans’ imiş.)
13:15’te öğlen yemeği veriyorlar otobüste: 125 ml.’lik karışık tropikal
meyvesuyu, jambonlu ve kaşarlı bir sandviç, bir parça kurabiye, bir de şeker (bayram
şekeri türünden). Gösterdikleri ikinci film, Hulk.
Tuvaletin penceresi açık. Oradan dışarı bakıyorum. Tuzla
olduğunu düşündüğüm yerler, don mu acaba? Çünkü dışarısı buz gibi. Havanın açık
ve güneşli olması, beni yanıltmış olabilir. Daha sonra Şilili kitapçı amcaya
sordum bunu; don değil tuzmuş. Bu çöle (Atacama), Afrika çöllerinden bile daha
az yağış oluyormuş. Dediğine göre, astronotlar, Ay’a çıkmadan önce, bu çölde
hazırlanırlarmış; çünkü neredeyse sıfır bitki örtülü olan Atacama, Dünya’da Ay’a
en çok benzeyen coğrafya imiş. Sonra Atacama’yle ilgili kısa okumalar yaptım:
Dünyanın en kuru bölgesiymiş. Birçok uzay filmi, burada çekiliyormuş. Dünyanın
en zengin nitrat bölgesi, Atacama. Burada bakır var ayrıca. Sürekli açık olan
hava nedeniyle, Avrupa, buraya iki gözlemevi kurmuş. Bir de teleskop var.
Askersiz Sınırlar
Kendimden geçer gibi oluyorum. Çöl havası çarpmaya
başladı herhalde. Toparlanır gibi olup yine kendimden geçiyorum. Bir Panadol
bir de Pastil alıyorum. O sırada sınıra geliyoruz. Sınıra vardığımızda, saat
14:15. Arjantin’den çıkış yapıyoruz hiç sıra beklemeden. Otobüsten çıkmak
gerekiyor bunun için. Dışarısı, günlük güneşlik; ama buz gibi. Ve rüzgar öyle
güçlü ki, bayrak direklerini ve yol lambalarını sallayıp duruyor. Küçük bir
memeli hayvanın iki eliyle bir ağaca tutunuşu gibi görünüyor Arjantin
bayrağının göndere tutunuşu, iki noktadan. Çıkış yaptırdıktan sonra bakıyorum,
bir noktası kopmuş. Kalan tek nokta da koptu kopacak. Yanyana olan iki gönderin
bir bayrağı uçup gitmiş zaten. Sınırda asker falan yok. İn cin top oynuyor.
Otobüsteki görevli, “inin, çıkış yapmanız gerekiyor”
demedi. Sorumsuzluk örneği. Biri, çıkışı almadan devam etse; dönmek zorunda
kalır, bu kuş uçmaz kervan geçmez çölde. Brezilya-Arjantin sınırını geçerken
yardımcı olan otobüs görevlileri daha iyiydi. Bakıyorum ki, birkaç kişi iniyor;
ben de onlarla iniyorum. Ancak öyle anlıyorum bunun Arjantin çıkışı olduğunu.
Kulübede, bilgi veren bir tabela bulunmuyor. Yani, “burası, Arjantin çıkışı.
Hoşçakalın, yine bekleriz” falan yazmıyor.
Japonya’ya Selam!
Sınırda beklerken, arkadaki Japon kadınla, yarı
İspanyolca yarı İngilizce sohbet ediyoruz. Kısa süreliğine, Arjantin’i ve
Şili’yi geziyormuş. Çöl kenti San Pedro de Atacama’ya gidecekmiş. İquique’ye
gitmek istiyormuş; ama zamanı yokmuş. Hokkaido’luymuş. “Biranız ünlü” dedim.
Sapporo birasını Japonya’dayken az içmemiştim. Bir de, Endonezya’daki sosyoloji
konferansında tanıştığım Hokkaido’lu bir arkadaşım vardı. Ondan söz ettim. Adı,
Yoshia olan, ancak Türkiyelilerle sohbetinde, kendini, ‘Coşkun’ olarak tanıtan
arkadaşım, Hokkaido’da hoca. Bir yıl, İstanbul’da, Renault’da, çalışanlara
Japonca dersi vermiş. Türkçe biliyor. Bana şakayla karışık olarak, ‘Ulaş Bey’
diye hitap ederdi; ben de, ona ‘Coşkun Bey’ diye. Bana Japonca Yusaku (勇作)adını o koymuştu. Bir tür vaftiz babam yani. :) Şili ile
Arjantin arasında, kimsenin olmayan topraklarda seni andım Coşkun Bey; çınladı
mı kulakların?
Şili’ye Girerken
Şili otoboüs şoförleri, Barış Karadeniz’in yazdığı kadar
çılgın. Birkaç kere, ucu ucuna kazadan döndüğümüz oldu. Koltuğumun emniyet
kemeri ise çalışmıyor.
Şili girişine vardık 17:15’te. Şili bayrağı ile Coca Cola
bayrağı karşıladı bizi. İndik burada. Önce pasaporta vize vurdurduk. Bu,
hızlıydı. Otobüs görevlisi, bu arada tüm bavulları indirdi. Çantaları tarama
süreci, uzun sürdü; çünkü görevliler ortada yoktu. Şili, Brezilya’da olduğu
gibi, yolcuları yiyecek vb. getirme konusunda sıkı sıkı uyarıyor. Yanımda
sandviç vardı, birşey demediler. İşlemler, 18:30’da bitti. Bu arada, Panadol,
etkisini göstermeye başladı. Yavaş yavaş toparlanıyorum. İquique’de dinlensem
iyi olacak.
Hoşbulduk Şili!
Günün şairi, yıllar önce 3 şiirini çevirdiğim Şilili Vicente
Huidobro (1893-1948) olsun:
SU
AYNASI
Aynam, geceler boyu akıp giderek,
Dere yolu yapıyor ve uzaklaşıyor odamdan o.
Aynam, arzdan daha da derin,
Boğulduğu yerde tüm kuğuların.
Yeşil bir gölet var surda,
Ve uyur arada, demir atmış çıplaklığın.
Üstünde, dalgalarının; altında, uyurgezer göğün,
Uzaklaşır düşlerim, gemiler gibi.
Göreceksiniz beni pupada, şarkı söylerken hep, tepeden tırnağa.
Bir gizil gül kabarır, göğsümde benim
Ve bir bülbül çırpınır, çakırkeyf, parmağımda.
Vicente Huidobro
İspanyolca’dan çeviren: Ulaş Başar Gezgin/16.11.2001
Aynam, geceler boyu akıp giderek,
Dere yolu yapıyor ve uzaklaşıyor odamdan o.
Aynam, arzdan daha da derin,
Boğulduğu yerde tüm kuğuların.
Yeşil bir gölet var surda,
Ve uyur arada, demir atmış çıplaklığın.
Üstünde, dalgalarının; altında, uyurgezer göğün,
Uzaklaşır düşlerim, gemiler gibi.
Göreceksiniz beni pupada, şarkı söylerken hep, tepeden tırnağa.
Bir gizil gül kabarır, göğsümde benim
Ve bir bülbül çırpınır, çakırkeyf, parmağımda.
Vicente Huidobro
İspanyolca’dan çeviren: Ulaş Başar Gezgin/16.11.2001
YILDIZ
Kitap
ve kapı
rüzgarın kapadığı.
Eğilen başım
gölgesi üstüne dumanın,
ve bu uzaklaşan beyaz sayfa.
Gürültüsünü dinle canlı akşamların,
saatini ufkun.
Altında alışılmış sisin
seğiren bir yıldız söylenir.
Titreyiverir bir gemi gibi, yatağım.
Ama sen,
sen yalnızca,
zemin yıldızım.
Batık hatırana bakıyorum.
Ve beriki saf kuş
içmededir suyunu o aynanın.
Vicente Huidobro
İspanyolca’dan çeviren: Ulaş Başar Gezgin/16.11.2001
Kitap
ve kapı
rüzgarın kapadığı.
Eğilen başım
gölgesi üstüne dumanın,
ve bu uzaklaşan beyaz sayfa.
Gürültüsünü dinle canlı akşamların,
saatini ufkun.
Altında alışılmış sisin
seğiren bir yıldız söylenir.
Titreyiverir bir gemi gibi, yatağım.
Ama sen,
sen yalnızca,
zemin yıldızım.
Batık hatırana bakıyorum.
Ve beriki saf kuş
içmededir suyunu o aynanın.
Vicente Huidobro
İspanyolca’dan çeviren: Ulaş Başar Gezgin/16.11.2001
ŞİİR
SANATI
Ki bir anahtar gibi olsun şiir
Ki açsın bin kapıyı.
Düşüverir bir yaprak; geçer kimi uçarak;
Yaratılıversin evet, her ne ise gördüğü, gözün.
Yeni dünyalar yaratır ve dikkat eder sözüne;
Sıfat, vermezse hayat, öldürür.
Sinir devirlerindeyiz.
Sarkıyor kas,
Bir hatıralık gibi, müzelerde;
Üstelik bundan değil, daha az güçlü oluşumuz:
Gerçek kuvvet
Yatar kafada.
Bundandır şakır gül, ah şairler!
Bırakın da çiçeklensin şiirde o.
Yalnız bizim için, -yalnız bizim-
Yaşar herşey, güneş altında.
Bir tür küçük Tanrı’dır -değil mi ki- şair.
Vicente Huidobro
İspanyolca’dan çeviren: Ulaş Başar Gezgin/16.11.2001
Ki bir anahtar gibi olsun şiir
Ki açsın bin kapıyı.
Düşüverir bir yaprak; geçer kimi uçarak;
Yaratılıversin evet, her ne ise gördüğü, gözün.
Yeni dünyalar yaratır ve dikkat eder sözüne;
Sıfat, vermezse hayat, öldürür.
Sinir devirlerindeyiz.
Sarkıyor kas,
Bir hatıralık gibi, müzelerde;
Üstelik bundan değil, daha az güçlü oluşumuz:
Gerçek kuvvet
Yatar kafada.
Bundandır şakır gül, ah şairler!
Bırakın da çiçeklensin şiirde o.
Yalnız bizim için, -yalnız bizim-
Yaşar herşey, güneş altında.
Bir tür küçük Tanrı’dır -değil mi ki- şair.
Vicente Huidobro
İspanyolca’dan çeviren: Ulaş Başar Gezgin/16.11.2001
Dr.
Ulaş Başar Gezgin
Facebook/Yüzdefteri: http://www.facebook.com/gezginulas
Facebook/Yüzdefteri Yazar
Sayfası: http://www.facebook.com/Ulas.Basar.Gezgin
Ulas Basar
Gezgin Okurları: http://www.facebook.com/groups/214939625258670/
Twitter:http://twitter.com/#!/gezginulas
E-mail: ulasbasar@gmail.com
2011 Sonrasındaki Şiirler: http://gezginulas.blogspot.com
Kendi
Sesinden Şiir Kaydı: http://soundcloud.com/ulas-basar-gezgin
Gezgin Kaynakça (Tüm
Yapıtları):
No comments:
Post a Comment